26.9.07

"elimdeki gülü kaldırıp mezarlıkta
sağlığınıza dedim, hepinizin sağlığına

çocuklar yarı yolda bırakır bizi tanrım
kendine gel diyorsun, gelsem olmaz mı sana

çünkü sular çekiliyor hayatımızdan
ve şehir
kaçak kat gibi çöküyor üstümüze
körün takım tutmasına benziyor bu,
sempati besliyoruz
ölümden gayrı her şeye

ey dilimin ucundaki, ses ver bana:
canlı yoksa eğer bir ateşin içinde
niçin kaçar hepimizin neşesi

bizler misafiriz ve dünya
misafir terlikleri"

25.9.07

Edip Canseveri düşünüyorum,
Nuruosmaniyeden kapalıçarşıda ki dükkanına nasıl gittiğini düşünüp heyecanlanıyorum.

Bugün Cağalogluna giderken gectim o yollardan. Yağmur henüz dinmiş, yola sağlı sollu askeri kıt'a disipliniyle dizilmiş küçük ağaçların, dallarinda topladikları damlalar üzerime damlarken hayal ettim, Edip Canseverin buralardan geçtiğini.
O altın dükkanlarının önünden geçerken camekana yanaşmışmıdır acaba oda? Bir hafta boyunca; Eşine, pahada ve yükte hafif olsa'da; taşıdığı duygu'da, ve içtenliginde milyonlar edecek bir yüzük parası kazanmışmıdır ya'da? Hem Edip Canseverin Eşi nasıl bir hanımdır mesela? Edip Cansever o şiirleri kimlere yazmıştır veya.

Bu ve bunun gibi onlarca düşünceyle geçtim Nuruosmaniye'nin parke taşlı yollarından. Cağaloğluna kıvırırken tarihe tanıklık etmiş cadde beni, yağmur tekrar dökmeye başladı tanelerini. İstanbul sen'de pek bir hüzünlüsün dedim 'herif-sende' umursamazlığı ile.
Sonra sirkeciden Beyogluna yürüdüm, Galata köprüsünde bastıran yağmur ne balıkcıları caydırıyordu olta sevdalarından, ne'de beni pişman ediyordu adımlarından. Karaköyde Tünel'in yanındaki ara sokağın, deve sırtı yokuşunu tırmanarak geçtim bir arka sokağa. Yokuş bittiğinde sağımda yumurta-peynir sandiviç'i satan bir adam ve önümde; Bankalar caddesine dizilmiş onlarca elektrik dükkanının camekanından, ıslak asfalta renklerini yansıtmış yüzlerce lamba.
Komando merdivenlerini hafif yorgun ama umutla tırmandım. Göz Hastanenin önündeki yokuştan küçük adımlarla bereketzade'ye vardığımda; Gökyüzü tüm gözyaşlarını boşaltırcasına saldı sularını toprağa. Sevdiğimle mutfaklarına özendiğimiz bir apartmanın açık giriş kapısına mesih'i bulmuşcasına sarılıyorum o panikle. O binanın giriş kapısının ardında, belkide hayatımın en yalnız, en çaresiz, en düşünceli Onbeş dakikasını geçiriyorum tek başıma.
Birazdan diniyor az önce başlayan Yağmur. Anne karnından çıkmış kediler gibi sendeleyerek atıyorum kendimi sokağa. Gözlerim az önce'nin karanlık apartmanına bir kaç saniyeliğine ödünç verilmiş birer âğ'ma
Sonra çıkarken galatanın yokuşunu tünele dogru; Yanımdaki en büyük eksiği hatırlayıp iç geçiriyorum gurbetliğe...

Ne olur,
gel be Kuşböreğim!


24.09.07 günlüğümden
.
TEKZİP


Sayın okur;
Yaklaşık 17 aydır yazılan bu blogdaki bazı olaylar, mekanlar, kişiler, durumlar, arkadaşlıklar, işler-gucler, resimler, yazılar hayal ürünüdür. Çok az bir kısmı böyle olsa'da ortaya çıkan karışıklık ve yalnış anlamalardan ötürü konuya geçte olsa açıklık getirmek istedim.

Tüm Yalnış anlaşılmalardan dolayı özür dilerim.
.

15.9.07


İçimden geçen, Şehnaz'ıma söylemek istediğim milyonlarca güzel cümleyi, Edip baba bir kıtaya sığdırmış. Şair olmak böyle bir şey işte.
Ben'de bu güzel şiiri hislerime tercüman olması niyetiyle Sevdiğim'e gonderiyorum.

SENİ SEVİYORUM KUSBÖREGİM !

İçinden dogru sevdim seni.
Bakışlarindan dogru sevdim de
Agzindaki islakligin bugusundan,
Sesini yapan sozcuklerinden sevdim,
bir de;
Beni sevdigin gibi sevdim seni,
Kâr birakilmis karanligindan.

edip cansever