25.9.07

Edip Canseveri düşünüyorum,
Nuruosmaniyeden kapalıçarşıda ki dükkanına nasıl gittiğini düşünüp heyecanlanıyorum.

Bugün Cağalogluna giderken gectim o yollardan. Yağmur henüz dinmiş, yola sağlı sollu askeri kıt'a disipliniyle dizilmiş küçük ağaçların, dallarinda topladikları damlalar üzerime damlarken hayal ettim, Edip Canseverin buralardan geçtiğini.
O altın dükkanlarının önünden geçerken camekana yanaşmışmıdır acaba oda? Bir hafta boyunca; Eşine, pahada ve yükte hafif olsa'da; taşıdığı duygu'da, ve içtenliginde milyonlar edecek bir yüzük parası kazanmışmıdır ya'da? Hem Edip Canseverin Eşi nasıl bir hanımdır mesela? Edip Cansever o şiirleri kimlere yazmıştır veya.

Bu ve bunun gibi onlarca düşünceyle geçtim Nuruosmaniye'nin parke taşlı yollarından. Cağaloğluna kıvırırken tarihe tanıklık etmiş cadde beni, yağmur tekrar dökmeye başladı tanelerini. İstanbul sen'de pek bir hüzünlüsün dedim 'herif-sende' umursamazlığı ile.
Sonra sirkeciden Beyogluna yürüdüm, Galata köprüsünde bastıran yağmur ne balıkcıları caydırıyordu olta sevdalarından, ne'de beni pişman ediyordu adımlarından. Karaköyde Tünel'in yanındaki ara sokağın, deve sırtı yokuşunu tırmanarak geçtim bir arka sokağa. Yokuş bittiğinde sağımda yumurta-peynir sandiviç'i satan bir adam ve önümde; Bankalar caddesine dizilmiş onlarca elektrik dükkanının camekanından, ıslak asfalta renklerini yansıtmış yüzlerce lamba.
Komando merdivenlerini hafif yorgun ama umutla tırmandım. Göz Hastanenin önündeki yokuştan küçük adımlarla bereketzade'ye vardığımda; Gökyüzü tüm gözyaşlarını boşaltırcasına saldı sularını toprağa. Sevdiğimle mutfaklarına özendiğimiz bir apartmanın açık giriş kapısına mesih'i bulmuşcasına sarılıyorum o panikle. O binanın giriş kapısının ardında, belkide hayatımın en yalnız, en çaresiz, en düşünceli Onbeş dakikasını geçiriyorum tek başıma.
Birazdan diniyor az önce başlayan Yağmur. Anne karnından çıkmış kediler gibi sendeleyerek atıyorum kendimi sokağa. Gözlerim az önce'nin karanlık apartmanına bir kaç saniyeliğine ödünç verilmiş birer âğ'ma
Sonra çıkarken galatanın yokuşunu tünele dogru; Yanımdaki en büyük eksiği hatırlayıp iç geçiriyorum gurbetliğe...

Ne olur,
gel be Kuşböreğim!


24.09.07 günlüğümden

1 comment:

Unknown said...

Rüzgar Gülü

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Sisler utanacak eğilecek
Ağzının ucundan öpeceğim
Saçına kalbimi takacağım
Avcunda bir şiir büyüyecek
Nerede olduğumu bileceğim

Bu çıplak geceler yok mu
Bu plak böyle ağlamıyor mu
Camları kırmak işten değil
Delirecek miyim neyim
Kirpiklerimden mısra dökülüyor
Kenya'da simsiyah yalnızım
Yoksul bir şilepte gemiciyim
Malezya'da yük bekliyorum
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim

Gözlerini söndürme muhtacım
Ben senin aydınlığına muhtacım
Yepyeni bir ilkbahar harcayıp
Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
Rüzgar gülünü arayacağım Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da
Vinçler yine akşamları indirecekler
Yine karanlığa bulaşacağım
Gözlerin rüzgarda savrulacak

İkimiz iki sap buğday olsak
Sen benim olsan, ben senin olsam
Bir gece vakti aklına gelsem
Uykunu tutsam bırakmasam
Seni kucaklasam, kucaklasam
Birbirimizin kalbini dinlesek
Dünyanın kalbini dinlesek
Büyük ateşler yaksalar
İki güvercin uçursalar
Nerede olduğumuzu bilsek