8.4.09

BİR MEDENİYET İMBİĞİNDEN SÜZÜLEN MİMAR


Vaktiyle adamın biri hamamda yıkanırken o zamanlar sabun niyetine kullanılan kilden gül kokusu geldiğini fark etmiş. Bunun sebebini sorduğunda kil demiş ki: "Efendi, ben bir zamanlar bir gül fidanının dibinde bulundum. Onunla komşuluğumdan bu koku yadigâr kaldı."

Türk Edebiyatı dergisinin nisan sayısında Turgut Cansever'in çocukluğu ve gençliği ile ilgili yazıyı okurken bu hikâye geliyor hatıra. Turgut Cansever Özel Sayısı olarak hazırlanan derginin girişinde yer alan Beşir Ayvazoğlu'nun kaleme aldığı yazı, bir insanın mimarinin teknik sınırlarını aşarak nasıl 'bilge mimar' haline geldiğine dair ipuçları veriyor

Yarım kalmış bir biyografi çalışmasının mahsulü olan yazıda anlatıldığına göre 22 Şubat'ta kaybettiğimiz Cansever Hoca'nın kökleri, üç yüz elli sene evvel Asya'dan gelerek önce Edirne'ye sonra İstanbul'a yerleşmiş bir aileye dayanıyor. Dedeleri, Kasımpaşa'daki Türabi Efendi Tekkesi'ni kurmuşlar. Tekke'nin son şeyhi, Cansever'in dedesi Ali Efendi. Babasının büyük amcasının oğlu Yahya Galip Kargı ise Eyüp Ümmi Sinan Tekkesi'nın son şeyhi. Meşhur Pürtelaş Sokağı'na adını veren Pürtelaş Hasan Efendi de ailenin tanınan bir başka ismi. Turgut Cansever'in babası, Türk Ocakları'nın kurucularından Doktor Hasan Ferit Bey. Annesi Darülmuallimât'ın ilk mezunlarından Hatice Saime Hanım. Antalya'da doğan usta mimarın yolu, babasının vazifesi münasebetiyle birkaç il dolaştıktan sonra Ankara'dan da geçmiş. Ankara'daki çocukluk hatıraları arasında babasının arkadaşlarının, evlerinde toplanarak İstiklâl Mahkemeleri'nde idam edilecek isimleri tespit etmelerini hatırlıyor. Bir zamanların hayal şehri Bursa'daki ilkokul yılları ise 'şuurunun teşekkül ettiği, yaşanacak bir şehrin nasıl olması gerektiğine dair ilk fotoğrafların zihnine yerleştiği' dönem olmuş.

İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nde okuyan, bir dönem Sâmiha Ayverdi'nin kitabına ismini veren İbrahim Paşa Köşkü'nde oturan, Güzel Sanatlar Akademisi'nde Sedad Hakkı Eldem, Necip Fazıl gibi hocalardan okuyan, Halil Dikmen'den resim öğrenen, ney meşk eden Cansever'in hayat hikâyesini okurken bir medeniyetin imbiğinden süzülmüş bir şahsiyet ile karşı karşıya olduğunuzu fark ediyorsunuz. Tıpkı kokusunu gülden alan kil gibi...

Mustafa Armağan, 'Turgut Cansever: Aşkın Tutuşturduğu Tefekkür' başlığı altında anlatıyor, Cansever Hoca ile ilgili anılarını. "Demek ki, özgün ve sahici olmak sadece aykırı işler yapmakla, sırf dikkat çekmek için gündem oluşturmakla, gündemde kalmakla değil, aynı zamanda sağlam temellerden yola çıkarak ve gelenekle asli bağını yitirmeden, ama en önemlisi de, geleneğini olduğu kadar çağını da derinden okuyarak ortaya bir 'eser' koyabilmektir." cümlesiyle yorumluyor Cansever'in dünyada Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü üç kez almış tek mimar olmasını. Yusuf Kaplan ise 'Bir Medeniyet Mimarı: Turgut Cansever' başlıklı yazısında "Karşımızda sadece bir mimar veya sadece bir düşünür yok; bilakis tam anlamıyla her bakımdan keşfedilmeyi, başka alanlara taşınmayı ve yeniden üretilmeyi bekleyen bir medeniyet mimarı var." diyor.

Turgut Cansever Özel Sayısı'na Mustafa Özel 'Tevhid, Mimari ve Yönetim', Mustafa Ruhi Şirin 'Turgut Cansever İçin Hayat Defterimdeki Notlar', Berat Demirci 'Turgut Cansever ve Sivas Demleri', Beşir Ayvazoğlu 'Güvercinler, Beyazıt Meydanı ve Turgut Cansever' başlıklı yazılarıyla katkıda bulunuyor.

6.4.09

Bosna; Benim ikinci vatanım
Vatan toprağını namerde vermektense ölmeyi yeğleyen
şerefli insanların toprağı.