30.5.06

Dün istiklalde yanımdan geçen kızın ayça şen olduğunu anlayınca kendi içimde çelişkili dakikalar yaşadım. Olay şöyle gelişti efenim; Ben zat-ı alim ve en yakın arkadaşlarımdan Mehmet ile birlikte sıcak ve boktan olduğunu düşündüğümüz bir Pazar'ı neşeli ve zevkli bir güne dönüştürmek için kolları sıvadık. Mehmet'in o gece benim evde, hatta benim kanepe'de pinekleyerek uyumasından dolayı buluşma sıkıntısı, buluşma noktası bulma sıkıntısı gibi boş ve zaman israflı dakikalar yaşamadan evi terk-i diyar eyledik. Mehmet her ne kadar evi toplayalım öyle çıkalım dediysede, ben evin toplu olduğunu ve gerekirse gelince toplayabileceğimizi söyledim (hay dilim kopaydı) Bunun üzerine vurduk kendimizi yola. Hava pırıl-pırıl güneşli, kızlar pıtır-pıtır gezmelerdeydi. Sariyer meydana indiğimizde Mehmet'le bir ara nereye gitmemiz gerektiği konusunda birbirimize dalma pozisyonuna gelsekte sonunda hem fikir ve mutabık olarak istiklale gitmeye karar verildi. Tam olarak planımız şöleydi; Taksimde otobüsten inecek, istiklalde bir-iki avare tur atarak "keşke şu binada otursaydık" gibi olmayacak laflar söylenecek, bu sırada karınlarda gurultu gelirse bereket'e girilip iskender yenilecek, yok pek fazla acıkılmadıysa en yakın pastaneden birer dilim pasta alınıp tezgah'ın kafesine girilecekti. Orda bir iki çayla yuvarlanılan pastalardan sonra kuledibi-tünel derken galata köprüsü'ne gelinecek, tramvaya binilip sultanahmet meydanında inilecek ve direk Darpane-i Amire nin sergi salonuna giderek Grafik ürünleri sergisi gezilecek ve hoppidi tekrar eve dönüleckti. Güzergah pek güzel işledi, taksimde inilip istiklal ve bilumum pasajlar gezildi, karınlara aç mı yoksa tok mu oldukları soruldu ve tok oldukları anlaşılınca caddedeki bir pastaneye girilerek (bakın buraya dikkat!) dilim başı 10 ytl verilip iki dilim çikolatalı pasta alındı ve tezgahın nezih kafesine girilerek çayla birlikte bir güzel mideye indirildi. Buraya kadar her şey güzeldi, hatta bu seyyahatten acayip zevk almışken mehmetten - ver bi cugara - diyerek bir dal camel yapıştırmış tüttürüyor idim ki; tam karşımdan gelen hanımefendiye dikkat kesildim. Tanrım ne güzel bir karşılaşmaydı bu. Kalpten muhabbet beslemek böyle birşey olmalıydı heralde. Evet tahmin etmissinizdir kim olduğunu, tam da yandaki resimdeki gibi gülümsedi yanımızdan geçerken. Valla ben boyut değiştirmiş havalara doğru gülümserken Mehmetin tokadıyla kendime geldim. Mehmet için pek de önem arzetmediği için ayça'ya bakmamış bile, bana kendi tarafında duran iki esmeri işaret ederek "bak lan hacı süperler" gibi -parçala behçet- lafları sarfediyordu. İşte o anda oldu ne olduysa. Bir an koşup yanına gitmek, hatta olduğum yerde zamanı dondurup ona "ayçaaa" diye bağırmak geldi içimden. Ama; delikanlı adam olduğumuz için imkansızdı işte, değil yanına gidip türkiyenin en iyi mizahcısı olduğunu söylemek, arkamı dönüp şöyle son bir kez bile bakamadım... Zaten o andan sonra mehmete devamlı ayça yı anlatmaya başlamışım, başlamışım diyorum çünkü hala kendime gelememiştim. Sonra tek hatırladığım Mehmet'in "ben bi eve uğruyum, sen de sunum için biraz çalış" dediğiydi. Sonra akşam ezanı okunurken eve vardım, gezi rotamız sergiye gidemeden sonlanmış olsa da, onu görmeye değeceğini tekrar ederek uyukladım.
Şimdi ise mehmetle evi toplamadığıma yanarak etrafı toparlamaya çalışıyorum.

1 comment:

aqua / ~~denizbahcesi~~ said...

gidip konussaydın keske,yazıkkk... :)