Ah Benim Yarım Aklım...
Korkuyorum Anne...
1.5.10
Denedimbiliyorum.com dan paket var!
Bugün denedimbiliyorum.com Bana Ariel'in son teknolojiyle geliştirdiğini iddia ettiği Ariel Complete 7 çamaşır deterjanını göndermiş deneyip görüşlerimi yazmam için. Bakalım işl yıkama sonrası görüşlerim burada!
27.4.10
Neden?
Semih Kaplanoğlu sinemasını : Hayatın yavaşlaması gerektiğine ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlattığı için, Sanat'ın insana kim olduğunu buldurma çabasını irdelediği için, Felsefe-şiir ve tasavvufu aynı makaraya sardığı için, Geleneği şimdiki zaman Modern(!) insanının içersinden geçirdiği için, Bilmeye özlem duyan yeni doğmuş bir insanın büyüdükçe bilinçsizleştiğini kör gözümüze soktuğu için, Varoluşun Allaha ve insana dönük yüzüne çift taraflı ayna tuttuğu için, Yabancılaştıkca duygusuzlaşan insanı anlattığı için seviyorum.
20.4.10
Bahar geldi desem yeridir muzaffer.
Uzun süredir bir masal kitabı yapasım var blok, bayağı bayağı istemelerdeyim bir masal kitabı yapmayı.
ilk karakterde sanırım hazır gibi. bittiğinde ve kitap oluşturma sürecimde elbette seni aç bırakmam ben blok, sen şimdi biraz dinlen, geleceğim ben yine.
ilk karakterde sanırım hazır gibi. bittiğinde ve kitap oluşturma sürecimde elbette seni aç bırakmam ben blok, sen şimdi biraz dinlen, geleceğim ben yine.
12.4.10
Bu sabahların bir anlamı olmalı!
Şüphe yok ki birçoğumuz her sabah erken saatte kalkyor ve yollara düşüyoruz. Düşündüğümde gayet zor ve anlamsızca gelen bu eylemi hergün aksatmadan yapan bizler başımızın göğe ereceği günlerin hayalini kurmakta iken günler, aylar, yıllar öyle akıp gitmekte. Eskiden insanlar emekli olmayı bekleyerek "ya sabır" diyerek çalışır ve bir müddet sonra da emekli olarak "Allah inandırsın uyku tutmadı 6 da kalktım" cümlelerini kurmaya başlarlardı. Ama eskiden di, çok eskiden...
Şimdi insanlar emekli olduğunda bile; ya geçinememe korkusu, ya da çocuklarını biraz daha iyi yaşatma ideali ile çalışma yaşamlarına isteksizce devam etmekteler.
Bense bazen; okuldan çıkıp avrupa yakasına geçerken, vapurda gözlerimi kapatıyor ve martı çığlıkları, deniz dalgaları ve güneş sıcaklığını hayalime katarak yazlık ve telaşenin olmadığı bir memlekette mandalina bahçelerinin birinde bir hamakta sallandığımı hayal ediyorum.
Belki garip, belki delice ama yapıyorum.
kimseciklere çaktırmadan hayal kuruyorum.
Allahtan hayat, bunu çok görmüyor.
Şimdi insanlar emekli olduğunda bile; ya geçinememe korkusu, ya da çocuklarını biraz daha iyi yaşatma ideali ile çalışma yaşamlarına isteksizce devam etmekteler.
Bense bazen; okuldan çıkıp avrupa yakasına geçerken, vapurda gözlerimi kapatıyor ve martı çığlıkları, deniz dalgaları ve güneş sıcaklığını hayalime katarak yazlık ve telaşenin olmadığı bir memlekette mandalina bahçelerinin birinde bir hamakta sallandığımı hayal ediyorum.
Belki garip, belki delice ama yapıyorum.
kimseciklere çaktırmadan hayal kuruyorum.
Allahtan hayat, bunu çok görmüyor.
istiklal eczanesi:
aklıma mukayyet ol tanrım,
apranax fort
5.4.10
anında görüntülü blok.
Son birkaç zamandır sevgilim ile birlikte beyoğlu civarlarında buluştuğumuzda, hele de acıkmışsak rotamızı hemen Cihangire kırıyoruz.
Cihangirde; çok uzun zaman önce keşfettiğimiz fakat sevgilimin daha önce, son bir ay önce de benim gittiğim süper bir kafe var: Rafineri
Nasıl anlatsam bilmiyorum ki??
Böyle incecik hamurun üzerinde enfes parçacıklarla süslü pizzasından mı başlasam anlatmaya? Yoksa O enfes dürümlerinden mi?
Bir de artık İstanbul dışından gelen arkadaşlarımızın gitmek istediği ve bizimde mütemadiyen götürdüğümüz yine bir Cihangir klasiği olan Smyrna var. Ne şans ki geçtiğimizi Cumartesi gecesinin kapanışını da Smyrna'da yaptık.
Aşağıdaki fotograf pazar günü ne yaptığımızı merak edenler için geliyor. :) (bebek parkın da güreşen baba-oğul)
1.4.10
24.3.10
Hayata dair derlemeler ve bir günümün rengi
Bu sabah okula giderken metrebüs'de; bir sabahımı bloga yazmalıyım diye düşündüm. Hemen akabinde iç sesim isteğimi doğrularcasına onayladı beni: Bir sabahını bloga yaz!
Sabah yedi sularında uyanıyorum ey blok (bundan sonra bloga blok diyeceğim bence çok karizmatik bir sözcük blok)
Tabii uyanma evrem hayli bir zaman alıyor, önce annemin sesini duyuyorum "kadiiirrrr"
bu uzun kadiiiiiirrr seslenişleriyle birlikte vucudum sabah olduğunu algılayıp reaksion gösteriyor haliyle; yatağa sıkıca yapış ve sabrının son damlasına kadar uyu!
Ancak ne mümkün az sonra hergün cep telefonumda ardı-ardına 3 dakika arayla kurduğum 3 alarmdan birincisi çalmaya başlıyor; dııııt dııııttııttııttııı dııııt dıdıdıttıııdıdıdıttıııı...
Hayatımda nefret ettiğim birkaç şey arasında sabah alarmımın bir başka kişinin cep telefonunun melodisi olmasıdır bu arada. Bir yerde O an o melodiyi duyduğumda derhal sanatçı triplerim ortaya çıkıyor ve boynumdaki fular, çantamın omuz askısı veya hiç olmadı montumun kapşonu bir seri katilin olmazsa olmazı konumunda karşıma çıkıveriyor. Ve o telefonu boğma isteği duyuyorum. Evet ben bir telefonu bile boğabileceğime inanıyorum. (hamdolsun blok)
Genelde; uyanıp yatakdan kalkmak, benim için; uyanıp yatakdan fırlamak olarak gelişmekte. Nedenini henüz çözemediğim bir şekilde büyük ızdıraplar sonucunda uyanıp bir an yatakdan fırlayarak ayağa kalkıyorum. Bak buraya yazınca çok garipmiş gibi geliyor ama sabahın o saatinde hiçde garip bir davranış değil esasında.
Ayağa kalkmam ile birlikte cep telefonun alarmını iptal etmem bir oluyor. Akabinde öylece salına salına her insan evladı gibi tuvalete banyoya falan gidiyorum buradaki tek enteresanlık diğer insan evlatlarından farklı olarak ben aynaya her baktığımda "acaba bugün yüzümün neresinde, ne büyüklükte bir sivilcem çıkmış" oluyor. Neyse ki bu cuma itibari ile bu sivilce mevzusunda bir dönüm noktası ile birlikte tekrar Roaccutan kullanmaya başlayacağım.
Helaya hiç hela demedim ben blok, oysa türkçede tuvaletin adı hela olarak geçmekte, peki tuvalet ne gerçekten? Fransızcadan mı geçti dilimize? Hadi arada sırada tuvaletide anlıyorum da bazen istemsizce nazik olmak için lavabo diyorum tuvalete yani aslında helaya... neyse bu fasıldan sonra annemin her sabah elleriyle üşenmeden hazırladığı kahvaltı masasına oturuyorum. Aslında bakıldığında sabahleyin evde geçirdiğim zamanın büyük bir kısmını mutfakda geçirmekteyim. Gerçekten bak blok, sana garip gelebilir ama üzerimi giyinip, saatimi takıp, çantamı dış kapının yanına koyduktan sonra mutfağa geçiyorum ve cennetten bir soyutlama kıvamındaki kahvaltı masası ile bayağı bir süre geçiriyorum (abartıya kaçmak reklamcının işidir blok, bayağı deidğim maksimum 10 dakikadır, hadi bilemedin 15)
Mesela ben kahvaltı yapaken devamlı mutfak penceresinden gözüken gökyüzüne bakıyorum. Masmaviyse o sabah gökyüzü, bende böyle bir güzellik, içimde böyle tarifi mümkün olmayan bir renk, bir müzük, bir sahne beliriyor. Böyle günlerde nedense en çok beyaz peynir ile sarmaş dolaş oluyor çatalım. Oysa aynı çatal puslu ve yapmurlu günlerde hep bir kaşar peynirine saplanıp durmakta.
Güneşli bir günde mutfak penceresinden mutfağın herhangi bir yerine yansıyan küçücük bir güneş hüzmesi beni alıp değişik diyarlara götürür be blok. O güneşi severim ben. O güneşin şarkılarını severim, O güneşin getirdiği yeni günü severim sonra.
Bu romantik 10-15 dakikanın ardından evden çıkıp yollara koyuluyorum blok.
Bilmeyenler için bir tekrar; evim sarıyer, okulum ise kadıköy hasanpaşada.
Evim ile otobüs durakları arasındaki benim yaklaşık 8-10 dakikada ladığım yolun bir kısmını vücudumu yeni güne ve onun havasına alıştırarak geçiriyorum. Bugünde güneş pek güzel, kuşlar ne güzel ötüyorlar diye deli deli kendi kendime düşünürken durağa çoktan varmış oluyorum zaten. Sarıyere dair yazacak çok şey var tabii, ama şimdi burada sadece değişik ve çok değişik bir yer olduğunu söyleyerek geçiştiriyorum bu bahsi...
Kısa bir bekleyişin ardından otobüs geliyor biniyorum. Sarıyer otobüslerinde göreceğiniz portreler bir süre sonra aynılaşır. Bilirsininiz, tanırsınız birkaçını bir kaç sefer aynı otobüsle yolculuk ettiğinizde. Genelde hepsinin yüzünde garip bir kabullenmişlik görüyorum ben. Hiçbiri istediği dünyaya, 12 yaşındayken kurduğu hayale ulaşamamış belli ki. Ne acı... Belki bir gün yapacağım bir devrim sonrası bütün O otobüstekilerin, arkadaşlarımın, sevdiklerimin, sevgilimin; 12 yaşında geleceğe dair kurdukları dilekleri gerçekleştirebilirim...
Yaklaşık 35-40 dakikalık sarıyer-zincirlikuyu tolculuğumun ardından zincirlikuyudan metrobüse binerek kadıköye geçiyorum. Burada bir es vererek bir konuya aydınlık getirmek istiyorum, en azından kendi yüreğime su serpmek amacı ile; Evet yüreciğim, "tabi ki bende her sabah kadıköye metrobüsle değil de vapur ile püfür püfür boğaz havası eşliğinde geçmek isterim, fakat öyle hem çok uzun, hem de çok ters oluyor be yüreğim.
Tamam tamam bu duygusal havayı dağıtıyorum hemen:)
Metrobüs seyyehatleri çok farklı gerçekten. Mesela yazar ismail kılıçarslan bir yazısında metrobüs seyyehatlerini yolculuk esnasında kitap okuduğu için sevdiğini söylemişti. Şimdi ben de burada bir itirafta bulunmak sitiyorum; metrobüse yolculuğunu, benim için garip bir şekilde zamansızlık kavramını bana en çok yaşatan şey olduğu için seviyorum. Ne bileyim öyle 19 dakikada kadıköy falan çok değişik geliyor bana hala...
Birde tabii artık otobüslerde, vapurlarda, metroda, metrobüsde herkes sabahın bir köründe kuklağında kulaklıkla yolculuk etmekte, kimisi bangır bangır dinleyerek rahatsız etsede herkesleri bana herşekilde güzel ve netrasan geliyor (nedeninin sorma be blok, nedeni yok bende)
Metrobüs yolculuğum sonrası işte kadıköy,
sonra kısa bir süre sonra işte okul,
sonra dersler bir süre,
dersler hep varlar ve sanırım hep olacaklar.
Oysa bütün bunların yanında sabahın köründe beni mutlu eden en önemli şey; telefonda sevgilime günaydın demek!
Günaydın Sevgilim!
kahvaltı masamıza küçücük bir güneş parçası buyur etmezmiyiz?
Not; Yazıda bahşettiğim güneşin bir sokaktaki güzelliğine şu linkten ulaşabilirsiniz.
Yaşlandığımda nasıl bir adam olmak istediğime ise şuradan
Sabah yedi sularında uyanıyorum ey blok (bundan sonra bloga blok diyeceğim bence çok karizmatik bir sözcük blok)
Tabii uyanma evrem hayli bir zaman alıyor, önce annemin sesini duyuyorum "kadiiirrrr"
bu uzun kadiiiiiirrr seslenişleriyle birlikte vucudum sabah olduğunu algılayıp reaksion gösteriyor haliyle; yatağa sıkıca yapış ve sabrının son damlasına kadar uyu!
Ancak ne mümkün az sonra hergün cep telefonumda ardı-ardına 3 dakika arayla kurduğum 3 alarmdan birincisi çalmaya başlıyor; dııııt dııııttııttııttııı dııııt dıdıdıttıııdıdıdıttıııı...
Hayatımda nefret ettiğim birkaç şey arasında sabah alarmımın bir başka kişinin cep telefonunun melodisi olmasıdır bu arada. Bir yerde O an o melodiyi duyduğumda derhal sanatçı triplerim ortaya çıkıyor ve boynumdaki fular, çantamın omuz askısı veya hiç olmadı montumun kapşonu bir seri katilin olmazsa olmazı konumunda karşıma çıkıveriyor. Ve o telefonu boğma isteği duyuyorum. Evet ben bir telefonu bile boğabileceğime inanıyorum. (hamdolsun blok)
Genelde; uyanıp yatakdan kalkmak, benim için; uyanıp yatakdan fırlamak olarak gelişmekte. Nedenini henüz çözemediğim bir şekilde büyük ızdıraplar sonucunda uyanıp bir an yatakdan fırlayarak ayağa kalkıyorum. Bak buraya yazınca çok garipmiş gibi geliyor ama sabahın o saatinde hiçde garip bir davranış değil esasında.
Ayağa kalkmam ile birlikte cep telefonun alarmını iptal etmem bir oluyor. Akabinde öylece salına salına her insan evladı gibi tuvalete banyoya falan gidiyorum buradaki tek enteresanlık diğer insan evlatlarından farklı olarak ben aynaya her baktığımda "acaba bugün yüzümün neresinde, ne büyüklükte bir sivilcem çıkmış" oluyor. Neyse ki bu cuma itibari ile bu sivilce mevzusunda bir dönüm noktası ile birlikte tekrar Roaccutan kullanmaya başlayacağım.
Helaya hiç hela demedim ben blok, oysa türkçede tuvaletin adı hela olarak geçmekte, peki tuvalet ne gerçekten? Fransızcadan mı geçti dilimize? Hadi arada sırada tuvaletide anlıyorum da bazen istemsizce nazik olmak için lavabo diyorum tuvalete yani aslında helaya... neyse bu fasıldan sonra annemin her sabah elleriyle üşenmeden hazırladığı kahvaltı masasına oturuyorum. Aslında bakıldığında sabahleyin evde geçirdiğim zamanın büyük bir kısmını mutfakda geçirmekteyim. Gerçekten bak blok, sana garip gelebilir ama üzerimi giyinip, saatimi takıp, çantamı dış kapının yanına koyduktan sonra mutfağa geçiyorum ve cennetten bir soyutlama kıvamındaki kahvaltı masası ile bayağı bir süre geçiriyorum (abartıya kaçmak reklamcının işidir blok, bayağı deidğim maksimum 10 dakikadır, hadi bilemedin 15)
Mesela ben kahvaltı yapaken devamlı mutfak penceresinden gözüken gökyüzüne bakıyorum. Masmaviyse o sabah gökyüzü, bende böyle bir güzellik, içimde böyle tarifi mümkün olmayan bir renk, bir müzük, bir sahne beliriyor. Böyle günlerde nedense en çok beyaz peynir ile sarmaş dolaş oluyor çatalım. Oysa aynı çatal puslu ve yapmurlu günlerde hep bir kaşar peynirine saplanıp durmakta.
Güneşli bir günde mutfak penceresinden mutfağın herhangi bir yerine yansıyan küçücük bir güneş hüzmesi beni alıp değişik diyarlara götürür be blok. O güneşi severim ben. O güneşin şarkılarını severim, O güneşin getirdiği yeni günü severim sonra.
Bu romantik 10-15 dakikanın ardından evden çıkıp yollara koyuluyorum blok.
Bilmeyenler için bir tekrar; evim sarıyer, okulum ise kadıköy hasanpaşada.
Evim ile otobüs durakları arasındaki benim yaklaşık 8-10 dakikada ladığım yolun bir kısmını vücudumu yeni güne ve onun havasına alıştırarak geçiriyorum. Bugünde güneş pek güzel, kuşlar ne güzel ötüyorlar diye deli deli kendi kendime düşünürken durağa çoktan varmış oluyorum zaten. Sarıyere dair yazacak çok şey var tabii, ama şimdi burada sadece değişik ve çok değişik bir yer olduğunu söyleyerek geçiştiriyorum bu bahsi...
Kısa bir bekleyişin ardından otobüs geliyor biniyorum. Sarıyer otobüslerinde göreceğiniz portreler bir süre sonra aynılaşır. Bilirsininiz, tanırsınız birkaçını bir kaç sefer aynı otobüsle yolculuk ettiğinizde. Genelde hepsinin yüzünde garip bir kabullenmişlik görüyorum ben. Hiçbiri istediği dünyaya, 12 yaşındayken kurduğu hayale ulaşamamış belli ki. Ne acı... Belki bir gün yapacağım bir devrim sonrası bütün O otobüstekilerin, arkadaşlarımın, sevdiklerimin, sevgilimin; 12 yaşında geleceğe dair kurdukları dilekleri gerçekleştirebilirim...
Yaklaşık 35-40 dakikalık sarıyer-zincirlikuyu tolculuğumun ardından zincirlikuyudan metrobüse binerek kadıköye geçiyorum. Burada bir es vererek bir konuya aydınlık getirmek istiyorum, en azından kendi yüreğime su serpmek amacı ile; Evet yüreciğim, "tabi ki bende her sabah kadıköye metrobüsle değil de vapur ile püfür püfür boğaz havası eşliğinde geçmek isterim, fakat öyle hem çok uzun, hem de çok ters oluyor be yüreğim.
Tamam tamam bu duygusal havayı dağıtıyorum hemen:)
Metrobüs seyyehatleri çok farklı gerçekten. Mesela yazar ismail kılıçarslan bir yazısında metrobüs seyyehatlerini yolculuk esnasında kitap okuduğu için sevdiğini söylemişti. Şimdi ben de burada bir itirafta bulunmak sitiyorum; metrobüse yolculuğunu, benim için garip bir şekilde zamansızlık kavramını bana en çok yaşatan şey olduğu için seviyorum. Ne bileyim öyle 19 dakikada kadıköy falan çok değişik geliyor bana hala...
Birde tabii artık otobüslerde, vapurlarda, metroda, metrobüsde herkes sabahın bir köründe kuklağında kulaklıkla yolculuk etmekte, kimisi bangır bangır dinleyerek rahatsız etsede herkesleri bana herşekilde güzel ve netrasan geliyor (nedeninin sorma be blok, nedeni yok bende)
Metrobüs yolculuğum sonrası işte kadıköy,
sonra kısa bir süre sonra işte okul,
sonra dersler bir süre,
dersler hep varlar ve sanırım hep olacaklar.
Oysa bütün bunların yanında sabahın köründe beni mutlu eden en önemli şey; telefonda sevgilime günaydın demek!
Günaydın Sevgilim!
kahvaltı masamıza küçücük bir güneş parçası buyur etmezmiyiz?
Not; Yazıda bahşettiğim güneşin bir sokaktaki güzelliğine şu linkten ulaşabilirsiniz.
Yaşlandığımda nasıl bir adam olmak istediğime ise şuradan
istiklal eczanesi:
aşk,
ben bugun bunu yasadım,
hakan taşıyan
Subscribe to:
Posts (Atom)